Bayard’ın kitabı, bir süredir düşündüğüm bazı konular üzerinde yazabilmem için cesaret verdi doğrusu. Her şeyden önce kitabın, başlığının okuyucuya ilk çağrıştırdığından oldukça farklı bir meseleyi ele aldığını söylemeliyim. Bayard, ‘okumadığımız kitaplar hakkında nasıl konuşuruz’ diye sorarken, ‘ortamlarda’ okumadığımız kitaplar hakkında okumuş gibi yapmanın yollarını araştırmıyor.
Dediğim gibi, hayvanlarla ilgili tutumum günden güne hayvanlar lehine değişse de, bunun arkasında bilinçli, derin bir düşünce yatmıyor. Daha doğrusu, yatmıyordu… Regan kitapta müthiş bir iş çıkarmış. Her şeyden önce, ezberlere dayanan insan hakları düşüncesini analiz etmiş ve eğer tutarlı bir insan hakları teorisine tutunmak istiyorsak, hayvan haklarının varlığını da kabul etmemiz gerektiğini göstermiş. Dolayısıyla, insan hakları savunucularının hayvan haklarıyla yüzleşmeden, bu konuda net bir tutum takınmadan yaptıkları işe devam etmeleri mümkün görünmüyor. Bu, kitabın aklımda kalacak en önemli yanlarından biri.
Kriz zamanlarında felsefeye ilgi artıyor. Çünkü kriz; sistemin insanları eskisine oranla daha az tatmin etmesini, akıbeti belirsiz bir dönüşümü, alışkanlıkların değişimini ifade ediyor. Artık daha az insan hayatın akışına kendine kaptırmayı kabulleniyor. Belki şöyle demek daha doğru. Olağan dönemde dingin akan bir suyun içinde kendinizi bırakma imkanınız varken, kriz sizi önüne çıkan her şeyi içine katıp birbirlerine çarptırarak sürükleyen bir taşkına bırakıyor. O taşkından kurtulma yolu, her şeyden önce, içinde bulunduğunuz koşulları, taşkının öncesini, kaynağını, nedenini anlamanıza bağlı.
Hukukçular arasında son zamanların gözde konularından biri, “Hukuk İngilizcesi”. Konunun gittikçe daha cazip hâle gelmesinin nedeni hiç şüphesiz artan öğrenci sayısı, dolayısıyla daralan ‘piyasa’. Bunun yanında akademik kaygı duyan öğrenciler, ‘daha çok para getiren’ uluslararası bağlantılar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi başvurularındaki artış da diğer etkenler. Ne var ki ‘Hukuk İngilizcesi’ aynı zamanda bir sorun gibi de algılanıyor. Bu algının temelinde ise hukuk öğrencisinin yabancı dile olan mesafesi yatıyor.
Okul veya ders deyince akla sınav gelir. Bitirilmesi gereken bir okul varsa, başarıyla geçilmesi gereken onlarca sınav var demektir. Her disiplinin, her okulun, belki her anabilim dalının gelenekleri, her hocanın yoğurt yiyişi farklıdır. Hukuk fakültelerinde de okuldan okula, hocadan hocaya farklılıklara rastlansa da, ortak meseleler vardır.
Eskişehir'de mukim, hukukçu, felsefeyle iştigal eden, edebiyat seven bir akademisyen eskisiyim.