Sık sık duyarız, “Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti”. Bunu duyduğumda hep şöyle düşünürüm söyleyen için: “Ne kadar sığ bir insan ve ne kadar az kitap okumuş.” Ne mutlu bana ki, kırk üç yaşındayım ve hâlâ hayatımı değiştiren kitaplar okuyorum. Veya şöyle söylemeli: Hâlâ kitapların beni ve insanları değiştirebileceğine olan inancımı kaybetmedim.
Niyetim, Tom Regan’ın Kafesler Boşalsın’ı hakkında konuşmak. Altbaşlığı şöyle: Hayvan Haklarıyla Yüzleşmek. Kitabı Türkiye’de İletişim basmış. Elimdeki nüsha 2007’deki ilk baskısından. Hızlıca internetten araştırdığım kadarıyla ikinci baskısını yapmamış. Yayın piyasasında kitapların yaklaşık 1000 adet basıldığını düşünürsek, 10 yıldır ikinci baskısını yapamamış, yani 1000 adet bile satamamış bir kitaptan bahsediyoruz. Bu bile hayvan haklarının Türkiye’deki gördüğü ilgiye dair önemli bir gösterge. Bu arada, Serpil Çağlayan’ın da çevirisi çok güzel.
Kitabı Filiz (Mungan) hediye etti. Filiz dışında da hayvansever dostlarım oldu. Onun kadarını görmedim ama. Kedilere köpeklere su ve yem bırakan, sahiplendirmeye çalışan, sahiplenen hatta vejetaryen veya vegan olan arkadaşlar onlar. Ama Filiz araba kullanırken gördüğü sakat bir köpeği orada bırakamayan, hemen onu alıp veterinere götüren, gerekirse ameliyat ettirerek sahiplendiren, sahiplendiremezse evine alan birisi. Genelde zannedildiği gibi parası çok olduğu için bunları yapabilen birisi de değil; daha çok hayvana yardımcı olabilmek için resim çiziyor, gelirinin bir kısmını bu işlere ayırıyor. Dahası, diğer arkadaşlarımla hayvan hakları hakkında hiç konuşmadım. Oysa Filiz, hayvan hakları konusunda etrafını da harekete geçirmek için elinden geleni yapıyor. Kitabı da, okumam için ısrar ederek hediye etti. Masamın üzerindeki okuma listesine, o ısrar nedeniyle üst sıralardan giriş yapan kitabı okuyup bitirdiğimde, evet, yine bir kitap daha okumuş oldum ve yine hayatım değişti.
Vegan veya vejetaryen olduğumu ilan ediyor değilim. Bu konuyla ilgili pozisyonumu yazının en sonunda dile getireceğim. Ama, artık dostlarımın tanıdığı etobur, et yemediği günü kayıp sayan Ertuğrul tarihe karışmış olmalı.
Ne ki, hayvan hakları sadece et yemeyle ilgili bir mesele değil. Bir süredir zaten hayvanların insanların eğlencesi için kullanılmasına karşı çıkıyor, pasif de olsa bu sektöre karşı direniyorum. Hayvanat bahçelerine veya hayvan gösterileri yapan sirklere gitmiyorum. Bu pasif direnişin ardında çok bilinçli bir tutum yok esasında. Merhametle ilgili bir mesele. Hayvanların doğal yaşamlarından koparılmasından da rahatsızım. Halihazırda her gün hissettiğim en büyük pişmanlığım da, iki yıl önce küçük kızımın ısrarlarına dayanamayıp aldığımız su kaplumbağası.
Dediğim gibi, hayvanlarla ilgili tutumum günden güne hayvanlar lehine değişse de, bunun arkasında bilinçli, derin bir düşünce yatmıyor. Daha doğrusu, yatmıyordu… Regan kitapta müthiş bir iş çıkarmış. Her şeyden önce, ezberlere dayanan insan hakları düşüncesini analiz etmiş ve eğer tutarlı bir insan hakları teorisine tutunmak istiyorsak, hayvan haklarının varlığını da kabul etmemiz gerektiğini göstermiş. Dolayısıyla, insan hakları savunucularının hayvan haklarıyla yüzleşmeden, bu konuda net bir tutum takınmadan yaptıkları işe devam etmeleri mümkün görünmüyor. Bu, kitabın aklımda kalacak en önemli yanlarından biri.
Bir diğer husus, et yememe özelinde pek çoğumuzun yaptığı yüzeysel tartışmalarda kullanılan beylik argümanların zayıflığını ustalıkla göstermiş Regan. Çoğunca hayvan hakları savunucularını çok zekice olduğunu zannettiğimiz argümanlarla hafife alırken esasında kendi sığlığımızı gösteriyormuşuz. Evet, sizleri ne kadar tatmin eder bilemiyorum ama, “bitkilerin de canı yok mu” veya “e o zaman hayvanlar da birbirlerini yemesinler” gibi basit itirazların esasında ne kadar gülünç olduğunu gördüm ve ikna oldum.
Hayvan haklarıyla halihazırdaki en büyük sorun, esasında kapitalizmin vahşiliğiyle ilgili. Kitabın büyük bir kısmı, sırf para kazanma amacıyla hayvanlara ne kadar büyük eziyetler edildiğini, hayvanların nasıl istismar edildiğini ve şirketlerin günahlarını örtmek için ne tür yalanlara başvurduğunu örneklerle anlatmaya ayırılmış. Sofranızda afiyetle tükettiğiniz hayvanların oraya gelene kadar hangi zulümlere maruz kaldığını görmek çok çarpıcı. İşin daha da çarpıcı olanı, Regan’ın bir reformcu olmaması ve hayvan haklarına tam saygı gösterilmedikçe, hayvanların yetiştirme ve bakım koşullarında yapılacak iyileştirmelerin bir anlamının olmadığını anlatabilmiş olması. Hayvanların acı çekmeden öldürülmesini istemek ne kadar da büyük bir yüzsüzlükmüş, çok kolay görüyorsunuz.
Bunun yanında hayvanların giyim malzemelerinin hammaddesi veya kobay olarak kullanılması da oldukça ikna edici istatistikler ve güçlü argümanlar eşliğinde anlatılıyor. Nitekim avcılıkla ilgili kısmın da çok ilgili çekici olduğunu söylemeliyim.
Bu yazıyı okuyanların kötü bir özetle karşılaşmamasını istiyorum; dileğim kitabı okumaları. Bu yüzden de kitabın ayrıntılarına girmiyorum. Ama hayvan hakları meselesinin basit ve gündelik akıl yürütmeyle çözülemeyecek bir mesele olduğunu söylemeliyim. Bu yüzden Regan’ın kitabı okunmalı. Okuma sıramda, bulabildiğim diğer hayvan hakları kitapları var artık.
Evet, bir kitap okudum ve hayatım değişti. Hemen ilk adımda vejetaryen veya vegan olamam gibi geliyor. Ancak kendim için veganlığa giden yolda bazı hedefler koydum. Mesela bundan sonra et endüstrisinin en açık sonuçlarından biri olan işlenmiş et ürünleri için cebimden bir kuruş para çıkmaz. Parça parça kırmızı et satın alabileceğimi zannetmiyorum. Bunun yanında, herhangi bir marketten tavuk da almam. Deri veya yün giyecek meselesi de tarihe karıştı. Dolabımdakileri giyebileceğimden bile emin değilim. Hayvanların kullanıldığı sirkler ile hayvanat bahçelerine gitmediğimi zaten söylemiştim. Şu an için yoğurttan, ama ev yapımı ve mandıradan alınmış sütten yapılmış yoğurttan vazgeçebileceğimi zannetmiyorum. Keza yumurta ve balık da öyle. Bunlar lezzetle, yeme alışkanlıklarıyla ilgili korkular. Ama Tom Regan bir güvence veriyor: Vegan menülerle lezzetlerden yoksun kalmayacağınız gibi yeterli protein de alacaksınız, diyor. Öyleyse, endüstriyel et üretiminden ilk etapta uzak durmayı da kapsayan bir kararla, veganlık yoluna girmiş bulunuyorum. Ve elbette, bu konuda daha çok okuyacak ve daha çok konuşacağım.
Son bir söz: Regan, hayvan hakları savunucularının kötü şöhretini temizlemek için oldukça ılımlı bir üslup kullanmış. Sanırım benim ulaştığım nokta öyle olmayacak. Zira, mantıksal sonuçlarına götürüldüğü takdirde, kölelik ve işkenceye karşı yapılan mücadele ile hayvan hakları için yapılan mücadele arasında ahlaki denklik var. Bu mücadelenin dilinin yumuşak olmasını kimse beklememeli.
Not: Bu yazı, burada yayımlanmadan yaklaşık bir yıl önce yazılmıştı. Kitabın yanında kişisel tutumumu da yansıtıyordu. Şu an için hayvan hakları konusunda daha da bilinçli ve kararlı olduğum notunu düşmeden edemedim. Yukarıda yazdıklarımın geçici bir ikna olmadığını söylemeliyim. Kitabı iyi okumuşum.
Eskişehir'de mukim, hukukçu, felsefeyle iştigal eden, edebiyat seven bir akademisyen eskisiyim.