Kefaret Mümkün mü?

Anasayfa -> Blog / Kitabiyat > Kefaret Mümkün mü?
Yorum Yapılmadı

Jean Améry, Suç ve Kefaretin Ötesinde, Metis.

Suç ve Kefaretin Ötesinde’yi okumak zor oldu benim için. Sanki kişisel hikâyemin devamını okuyormuş gibiydim. Kişisel derken, tek başına anlamında değil. Büyük bir şeytanlaştırılmışlar grubunun üyesi olarak hikâyemi kastediyorum.

1945’ten sonra kendi seçtiği Jean Améry ismini kullanan yazar, 1912’de, Hans Maier ismiyle Viyana’da doğar. Anne ve babası asimile olmuş Yahudilerdir. Annesi Katolik, babası bir Yahudi’den ziyade Avusturyalıdır. Baba Maier, 1917’de 1. Dünya Savaşı’nda Avusurya-Macaristan ordusunda savaşırken ölür.

Jean (veya Hans) Viyana’da felsefe ve edebiyat eğitimi alır. 1935’te Nüremberg Yasaları ilan edildiğinde, sadece Almanların değil Avusturyalıların da kendisini düşman gördüğünü anlar. 1938’teki Anschluss’la birlikte önce Fransa’ya, 1941’de Fransa’nın işgali sonrasında ise Belçika’ya kaçar. Belçika’da direniş hareketine katılır. Bu sırada birlikte kaçtığı eşi kalp rahatsızlığı sonucu hayatını kaybeder. Temmuz 1943’te Gestapo tarafından yakalanır. Önce soruşturma çerçevesinde işkenceye maruz kalır ardından sırasıyla Auschwitz, Buchenwald, Bergen-Belsen kamplarına nakledilir. En son tutsaklığından Nisan 1945’te kurtulur.

Savaş sonrası Brüksel’e döner. Almanca yayın yapan bir gazetede yazmaya başlar. Ancak ismini Fransızcaya Jean olarak çevirmiş, soyadının ise anagramıyla Améry’yi elde etmiştir. Bu tercih açıkça mensubu olduğu Alman kültürünün reddi olsa da, yazılarını Almanca yazmaya devam etmiştir.

Ne var ki 1964’e dek yazdığı yayımlanmış yaklaşık 15.000 sayfa makale ve kitap içinde toplama kampı tanıklıklarına dair herhangi bir şey yoktur. Üstelik 20 yıl boyunca Almanya’ya gitmemiştir. 1964’te Güney Almanya Radyosu’nda çalışan Alman şair Helmut Heissenbüttel’in ısrarı sonuncunda yaptığı radyo konuşması hem Auschwitz hakkındaki ilk beyanatı hem de 20 yıl sonraki ilk Almanya ziyaretinin vesilesi olacaktır.

Suç ve Kefaretin Ötesinde beş adet makaleyi barındırıyor. Bunların ilki, radyo konuşması için kaleme alınmış. Diğer makalelerin yazımıyla kitap 1966’da yayımlanıyor. Öncesindeki yayınlarına rağmen Améry’nin Almanya’da tanınması ancak bu kitabın yayımlanmasıyla mümkün oluyor. Artık tanınmış bir yazar olan Améry’den kitaplara katkıda bulunma, konferans verme davetleri geliyor fakat “soykırım kurbanlığı”nın dışında bir kimliği olduğunda ısrar eden yazar, bu taleplere direnerek bir daha tanıklıkları hakkında herhangi bir şey kaleme almıyor. Bu dönemde yazdığı felsefi denemeler ile iki romanın ardından son kitabı 1976’da yayımlanan İntihar Üzerine oluyor. İki yıl sonra ise Jean Améry, intihar ediyor.

Alman kültürüyle büyümüş bir entelektüelin “kendi” milletince ayrımcı ve vahşi bir politikaya maruz bırakılması, hem kendi kimliğini yeniden inşa etmeyi gerektirmiş hem de çektiği acı sonrasında nasıl bir tutum edinmesi gerektiğine dair düşünmesini. Ana dili olarak Almancayla yetişmiş bir entelektüel için dilden vaz geçmesi mümkün olmamış ama belki de Almanca yaşadıklarını ona hiç unutturmamış. Çok da hacimli olmayan kitap boyunca bir yandan kendi Yahudiliğinin ne anlama geldiğini çözmeye çalışıyor Améry, diğer yandan yaşadıklarının sorumlularının kim olduğunu tespit etmeye çalışıyor. Ve elbette sorumluların, çektiği acıyı dindirebilmesi için neler yapması gerektiğine de kafa yoruyor.

Améry, kendisine doğrudan işkence edenlere kızgın ve öfkeli. Ama olup bitenlere ses etmeyen Almanlara da, en hafifinden, kırgın. Savaş bitip de yeniden inşa sürecine girildiğinde meselenin oldubittiye getirildiğine, mağdurlara unutma ve affetmenin salık verilmesinin esasında bir hakaret olduğuna inanıyor. Nazi kötülüğünü sıradanlaştıran her türlü yaklaşımı reddederken, Nazi pratiklerini genel bir totaliteryenizm başlığı altında görmeyi de kabul etmiyor. İşkencecisini anlamaya çalışma davetini, işkence mağdurunun böyle bir yükümlülüğü olmadığını söyleyerek geri çevirirken, Stalin Rusyası’nın Nazilerle bir anılmasını, 1970’ler Almanyası’nın faşizmle açıklanmasını Nazileri ve mağdurlarını anlayamamak olduğunu söylüyor. Geçmişle hakkıyla yüzleşilememiş olmasını, Yahudi soykırımına her zaman hortlamaya hazır bir canlılık verdiğini söylüyor.

Kamp hayatındaki kurbanlar arasındaki ilişkiye, sıradan vatandaşların Nazi pratiklerine tepkisine, savaş sonrası eski konumlarını elde etmeye çalışan hayatta kalabilmiş kurbanlara verilen tepkiye, kurbanların kurtulmuş olmasının işlenen açık veya dolaylı suçların unutulmasına hak verdiğini iddia eden kalabalıkların kolektif suçlara bakışına dair anlatılanlar arasında sadece bu coğrafyanın tarihinde değil, bugün de etrafınızda olup bitenlerden numuneler bulmakta zorlanmayacaksınız. Ve sanırım, bugüne dair bulacağınız numuneler, eğer aklınızda bir “Bu gidiş nereye?” sorusu varsa, sizi biraz da umutsuzluğa sevk edecektir. Ne var ki, bazı felaketleri önleme gücümüz olduğuna inanıyorsak, bunun için öncelikle felaketin geleceğini öngörebilmemiz gerekiyor.

Yorum Yapılmadı
Yorumlar
Yorum Yap

Kategorideki Diğer Yazılar