Bu listeyi, sosyal ağlardan gelen, "hukukçuyum, yaz için hangi romanları okumamı tavsiye edersiniz?" sorusu üzerine hazırladım.
Hukukçuların hukuk takıntısı iş roman okumaya geldiğinde de kendini gösteriyor ve sürekli hukukla ilgili roman tavsiyesi isteniyor. Edebiyat metinlerini mesleğinizin sınırlarını tahkim eder tarzda okumanızı tavsiye etmem esasında. Ama işe iyi tarafından bakayım. Eğer iyi bir okur değilseniz belki bu kitaplarla hukukla ilişkisi olmayan dünyanın çok daha değerli olduğunu görmek için bir çıkış yolu bulursunuz. Bunun yanında, sadece pozitif hukuk metinleri okuyacağınıza, hukukla ilişikli de olsa, edebiyatla iştigal etmek her halükârda ufkunuzu genişletecektir. Öyleyse kendi sınırlarımı aksettiren, mümkün olduğunca kısa tutulmuş ve hukuka özgülenmiş bir liste yapayım. Her kitap için kısaca ne bulacağınıza da işaret edeyim.
Not: Biliyorum, listede Suç ve Ceza, Germinal, Biz, Mülksüzler ve Gazap Üzümleri yok.
1. Franz Kafka, Dava
Kafka’nın kullandığı “dava” veya “yargılama” metaforu, anlatılanın bir hukuk hikayesi olduğunu düşündürtmesin sakın. Hukukun esasında ne olduğunu bulmak için okumayın, derim. Suçlanma, yargılanma, sıkışıp kalma; toplumun, örfün, ahlakın ve başkasının yargısının kapanından kaçıp kurtulma umudu hukuki bir mesele değildir fakat bütün bunlar hukuk uygulamasında en belirgin hâlini aldığından belki, Kafka’nın anlattığı ‘dava’, aynı zamanda bir hukuk davasıdır. Ha bir de, hukukçular için öylesine klasikleşmiştir ki, bir tür “olmazsa olmaz” niteliği kazanmıştır. Ben birkaç defa heyecanla, hiç sıkılmadan okumuştum fakat edebiyat okurluğunun henüz başındaki genç arkadaşlarımın kimi zaman kitabı okurken yorulduğunu da gördüm. Kitabı beğenirseniz, Şato’yu da okumak isteyebilirsiniz, aklınızda olsun.
2. Harper Lee, Bülbülü Öldürmek
Bülbülü Öldürmek Amerikan kültüründe müstesna bir yere sahip. Gerek ulaştığı satış/okunma rakamlarıyla, gerekse film uyarlamasının yarattığı cazibeyle bir kültür ögesi haline gelmiş. Romanın merkezinde ırk ayrımcılığı var. Olaylar 1929 ekonomik buhranından sonra geçiyor, bu bakımdan Steinbeck’in Gazap Üzümleri’ni sürekli hatırlamış oluyorsunuz. Bunun yanında insan ilişkilerinde dinin yerine, toplumsal cinsiyet rollerine, ötekileştirmeye dair çarpıcı sahneler bulacaksınız. Okuması çok kolay. Merak eder, yazarın Tespih Ağacının Gölgesinde başlıklı romanını da okursunuz belki, ama iki kitap arasındaki ilişki karmaşık, baştan uyarmış olayım.
3. George Orwell, 1984
Orwell’in romanı diğer distopyalar gibi bir süredir eskisine oranla daha çok ilgi görüyor, sadece Türkiye’de değil, mesela Amerika’da da. Yönetimlerin otoriter eğilimleri arttıkça insanlar bir yandan maruz kaldıkları uygulamaların en azından bir kısmını yıllar önce yazılmış bir kurguda görmeyi heyecan verici buluyor, diğer yandan kitabı geleceğe dair kestirimde bulunmak için rehber gibi kullanıyor. Ne var ki popülerleşen her kitabın başına gelen küçümsemeden 1984 de nasibini almış durumda. Üstelik Orwell’in sosyalizmle kurduğu değişken ilişki başka bir eleştiri yörüngesini de her daim canlı tutuyor. Ben yine de okuyun derim. Kitabı beğenirseniz, Hayvan Çiftliği’ni de okumak isteyebilirsiniz, aklınızda olsun.
4. Ian McEwan, Çocuk Yasası
İngiltere’de, bir yüksek mahkeme yargıcının karşılaştığı birkaç çetin dava romanın merkezinde yer alıyor. Davalardaki sorunlar öylesine iyi tespit edilerek özetlenmiş ki, elinizde olmadan o sorunları tartışırken buluyorsunuz kendinizi: Yaşam hakkı, dini özgürlükleri, tıp-hukuk ilişkisi, ebeveynin çocuk üzerindeki hakları, tıbbi müdahaleyi reddetme hakkı vb. Sadece sorunlar değil, bu sorunlarda ileri sürülebilecek argümanlar da incelikle kaleme alınmış, üstelik doktrinel mevzular kurguya çok iyi yedirilmiş, okur da bu meseleler tartışılırken kendini edebiyattan uzaklaşmış hissetmiyor. Son olarak şunu söylemeliyim: Hukukçularımız kitaptaki tartışmaların derinliğini gördüğünde, umarım “bizde neden böyle tartışmalar yok” diye hayıflanırlar.
5. Robert Harris, Subay ve Casus
Daha önce bu kitap hakkında bir yazı yazmıştım. Hazır yazılmışı varken, niye yenisini yazayım! Tıklayın lütfen.
6. Coetzee, Barbarları Beklerken
Barbarları Beklerken’i yeni okudum, Coetzee’yi yeni okudum. Bir sınır köyünde imparatorluğun temsilcisi, bazı idari ve yargısal yetkilere sahip bir görevlinin kendisiyle, yerel halkla, o coğrafyanın geçmişiyle, sınırın öte yakasıyla ve merkezi iktidarla olan ilişkisinin hikayesi. Gündelik hayatın sıradanlığının iktidarın muhafazası ve tahkimi uğruna nasıl yerle bir edildiğini, hiç yoktan var edilmiş öteki düşmanlığının her türlü insani ve ahlaki değeri yok saymayla sonuçlandığını, haksızlığa ve adaletsizliğe karşı koymanın mantıksal sonuçlarını, gözü beka retoriğiyle dönmüş bir iktidar hırsının yürüttüğü yargının sağırlığını anlatıyor. Yargı erkinin parçası olmaya aday hukukçular için söyleyeceği çok şey var.
7. William Golding, Sineklerin Tanrısı
Siyasi yapılanma üzerine yaptığımız her derinlikli düşüncenin dönüp dolaşıp insan doğasına dayandığı bir vakıadır. İnsan doğası tartışmalarında ya ilkel topluluklar yahut da çocuklar varsayımsal deneylerin vazgeçilmez konusudur. Sineklerin Tanrısı’nda bir grup çocuk bir adada mahsur kalıyor. Kısa sürede demokrasi, yönetim, iş birliği, üretim, ortak hedefler gibi sorunlar baş gösteriyor. Karamsar bir havada kaleme alınan roman, ne yazık ki, pek çoğumuzu ikna etme kabiliyetine sahip. İkna olmasanız bile insan doğası ve toplumsal örgütlenme adına sorular sorduruyor.
8. Tahsin Yücel, Gökdelen
Tahsin Yücel Gökdelen’de bu ülkeyi, bu ülkenin tarihini ne kadar iyi bildiğini göstermiş. Yargının özelleştirilmesi gibi uçuk bir fikrin etrafında İstanbul’u betona ve çok katlı binalara boğmak isteyen şark kurnazı müteahhitlerin siyasetle girdiği ilişki dönüp dönüp kitabın ilk yayım tarihine bakmanıza neden oluyor.
9. Jose Saramago, Körlük
Ben Körlük’ü ilk okuduğumda Saramago Türkiye’de bu kadar tanınmıyordu, Körlük de hemen herkesin okuduğu kitaplardan değildi. Popülerleştikçe dudak bükülen kitaplardan olmaz umarım, zira Saramago’nun, kitabın devamı niteliğindeki Görmek ile Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş’ta zekice kurguladığı bir fikir, yani hayatın yahut gündelik hayatın bir unsurunu beklenmedik şekilde dönüştürürken geri kalan hiçbir şeye dokunmadan olayları işlemesi çarpıcı bir etki yaratıyor. Kültürel, dolayısıyla aynı zamanda ahlaki varlığımızı borçlu olduğumuz “görme” bir anda elimizden alındığında kurduğumuz medeniyetin ne anlama gelebileceğini sorgulatıyor. Birkaç kez okuduğum kitap hakkında defalarca zevkle konuştum, sanırım bir süre daha her fırsat bulduğumda konuşacağım.
10. Aldous Huxley, Cesur Yeni Dünya
Kiminin distopyası kiminin ütopyasıdır Cesur Yeni Dünya. İnsanların mutlu olduğu, tıkır tıkır işleyen öngörülebilir ve denetlenebilir bir siyasi ve toplumsal sistemin geçerli olduğu toplum hayali hem ütopyaların hem de distopyaların ardındaki fikirdir. Ne var ki ütopyalar çoğunca bazılarının distopyası hâline gelir. Huxley bir taraftan güçlü bir ütopya kaleme alırken diğer taraftan bu ütopyanın distopik niteliğini de açık eder. Doğa-teknoloji karşıtlığı, insanın özü, mutluluk-özgürlük paradoksu, toplum-birey çelişkisi Cesur Yeni Dünya okurlarına meydan okuyan meseleler. Kitabı beğenirseniz, Cesur Yeni Dünyayı Ziyaret’i de okumak isteyebilirsiniz fakat uyarayım, Ziyaret bir roman değil, Cesur Yeni Dünya’da yazarın dile getirdiği görüşleri hakkında yine kendisinin değerlendirmeleri. Huxley’i sevdim ve illa roman okuyacağım diyorsanız, Ada’ya bakın.
11. Ray Bradbury, Fahrenheit 451
İktidarların her zaman en korkulu rüyası olmuştur kitaplar, daha doğrusu kitapların, içlerindeki sözlerin denetimsiz yayılması. Fahrenheit 451 kitapsızlığın kutsandığı bir yönetimde kitaba karşı verilen savaşı anlatıyor. Ne var ki burada asıl suçlu iktidar değil, yazıya aktarılmış düşüncenin ve estetiğin hakkını vermeyerek her gün daha fazla eğlence peşine düşmüş, felsefeden ve edebiyattan kendi eliyle uzaklaşmış bireyler. Orwellyen ve Huxleyci distopyaları karşı kutuplara yerleştirecek olursak, Fahrenheit 451 hiç şüphesiz Cesur Yeni Dünya’dadır.
12. Bernhard Schlink – Okuyucu
Zor bir sorunun romanıdır Okuyucu. İlk başta bir ergenle orta yaşlı bir kadının tuhaf ilişkisi diye başlar, sonra en büyük suçların ortağı gibi görünenlerden kimi suçlayıp kimi affedeceğiz diye devam eder. Soykırım, işkence, yargısız infaz gibi devletin veya paramiliter güçlerin sistemli şekilde, dolayısıyla kalabalık gruplar hâlinde işleyebileceği suçlarda kimin ne kadar suçlu olduğu belli olmaz bazen. İşlenen cinayetin büyüklüğü bu meseleyi gündeme bile getirmeye korkutur insanları. İşte Schlink bu zor soruyu düşündürtüyor okura.
13. Heinrich von Klaust - Michael Kohlhaas
Michael Kohlhaas hukukçuların ilgisini hak ettiğinden çok daha az çekti. Halbuki konusu salt adalet olan bu kısa roman iktidar sahiplerinin keyfi uygulamalarının, adaletsizlik hissinin yaratacağı şiddetin, hakkını arayabileceğiniz yargının bağımsız ve tarafsız olamamasının sonuçlarının, adaletsizliğin sebep olduğu öfkeyi dindirecek yegâne şeyin -geç bile olsa- adaletin tesisi olduğunu öyle çarpıcı anlatıyor ki!
14. Margeret, Atwood - Damızlık Kızın Öyküsü
Atwood bir söyleşisinde, ABD’deki muhafazakârların söylemlerinin mantıksal sonuçlarını yazdığını dile getiriyor. Kadınların sadece damızlık olarak kullanıldığı, bunun için bir tür ikna sürecini de içeren eğitim aldığı, serbest bir hayat yaşamalarını engelleyecek ciddi bir baskı altında tutulduğu bir toplum anlatılıyor. Hoş, kitabın konusunu kaba hatlarıyla böyle kelimelere dökünce, sanki çok da orijinal bir şey değilmiş geldi. Bütün distopyalar gibi, tam da Atwood’un belirttiği üzere, denetim ve disipline ilişkin iddiaların en nihayetinde nereye varabileceğini tartışmaya açıyor Damızlık Kızın Öyküsü.
15. Antony Burgess – Otomatik Portakal
Muhtemelen Burgess’in Otomatik Portakal’ından ziyade Kubrick’in Otomatik Portakalı daha çok bilinir. İşin doğrusu kitabı okumadan önce belki üç belki beş defa izlemiştim filmi. Kitaptan haberdar olduktan sonra, nasılsa konuyu biliyorum diye okumayı çok geciktirmiştim, neredeyse her filmi uyarlamasında olduğu gibi, pişman oldum elbette. Suç, suçla mücadele, suç ve iktidar ilişkisi, özgür irade gibi konularda sarsıcı bir metin okumak istiyorsanız, okumalısınız.
Eskişehir'de mukim, hukukçu, felsefeyle iştigal eden, edebiyat seven bir akademisyen eskisiyim.