Hukuk kuralları, bu kuralların ihlal edileceği önceden varsayılarak, yani ihlalin olacağı öngörülerek ve kabullenilerek yaratılır. Bu yüzden bir kuralın ihlali, sıradan bir vatandaşı şaşırtabilir fakat hukukçuyu şaşırtmaz. Ceza kanunlarında, mahkeme kararlarında öylesine tuhaf olayları görmüştür ki hukukçu, en sarsıcı, en beklenmedik dediğinize karşı bile şerbetlidir artık.
Kuralın/kanunun ihlali bir tür hukuku tanımama ise, hukuku tanımamanın şaşırtıcı olduğu belki de tek hâl, hukuku yaratan, hukuku uygulayan, hatta hukukla özdeş devletin, ama daha da önemlisi devletin yargı organının hukuku tanımaması, tanımamak, uygulamamak suretiyle hukuku ihlal etmesidir. Evet, yürütmenin ve yargının hukuki ihlal etmesine yönelik kurallar da vardır ve bu durum da öngörülmüştür; ama yargı söz konusu olduğunda, bunlar istisnai durumlarda başvurulması gereken, kerhen ihdas edilmiş kurallardır. Ve eğer yargı, külliyen hukuku tanımaz hâle geldiyse, zaten yargının hukuku tanımamasına ilişkin kuralların işlemeyeceği de ortadadır.
Yargıdan kimi zaman belki de baş etmesinin zaten mümkün olmadığı büyüklükteki sorunları çözmesini bekliyoruz, belki bazen bütün bir ülkeyi önüne katıp götüren bir sele geçit vermeyeceğini umut ediyoruz. Kriz dönemlerinde yargının genel gidişattan tamamen sıyrılıp kendinden beklenen serinkanlılığı, cesareti ve kararlılığı göstermeye gerçekten de kabil olup olmadığı, hele de niteliği itibarıyla zaten sorunlu bir yargı teşkilatının o olağanüstü halde daha da bozulmadan görevini yapmaya devam etmesinin mümkün olup olmadığı başka bir mesele; biz yurttaşlar, yargıçları alelade beşeri tepkilerden azade görmek isteriz; yargıcın korktuğu için hukuku uygulamaktan kaçınmasını tasavvur edemeyiz; yargıcın taraflı davranacağını varsayamayız; yargıcın hukuku ayakları altına almak isteyen siyasi iktidarla, sırf aynı siyasi görüşü paylaştığı için işbirliği yapabileceğini düşünemeyiz; hukukun ancak dışarıdan yıkılabileceğine, içeridekilerin olsa olsa hukuku müdafaa edeceğine inanırız.
Bu yüzden, hukuk tanımazlığı strateji olarak seçmiş siyasi aktörlerin büyük bir açgözlülükle güç ve menfaat peşinde koşarken yargının onların karşısında deliksiz cübbelerini iliklemeye çalışmasını, en küçüğünden en büyüğüne yargısal makamların iktidarla birlikte hukuka saldırmasını, en hafifinden, hayal kırıklığıyla tanımlarız.
Radbruch belki de bu yüzden Nazilerin iktidarı ele geçirmesinde ve iktidarlarının ilk yıllarındaki uygulamalarında en büyük sorumluluğu Alman yargısına atfeder. Alman yargıçları değişen siyasi havaya hızla ayak uydurmuş, Radbruch’a göre sakat bir hukuk anlayışını Nazilerin işine yarayacak şekilde hayata geçirmiştir.
Radbruch’un giriştiği teorik-felsefi tartışmanın ne kadar isabetli olduğu meselesi bir yana, işin doğrusu beni bu yazıyı yazmaya iten, Haffner’in Bir Alman’ın Hikâyesi'nde Alman yargıçlarının dönüşümüne ilişkin anlattıkları oldu. Aşağıda, Haffner’in kitapta birkaç sayfa tutan bu tasvirini özetleyerek ve ilavelerle aktaracağım. Ama kitabın geneline dair şunları da söylemekte fayda var: Yazar bir Alman ve bir hukukçu. 1907 doğumlu. Yargıç yardımcılığı/stajyer hakimlik (referandar) sonrası yargıçlık yapmış, hem de Nazi döneminde. 1938’de İngiltere’ye iltica etmiş. Gerçek adı Raimund Pretzel fakat Almanya’daki yakınlarının zarar görmemesi için Sebastian Haffner takma ismini kullanmış. Almanya ve Hitler üzerine kitapları var, asıl olarak gazetecilik yapmış. 1999 başında ölmüş. Bir Alman’ın Hikâyesi 1939’da kaleme alınmış, ölümünden sonra yayımlanmış. Kitap, Nazi tarihi bakımından erken sayılabilecek bir tarihte yazılmış anılardan oluştuğu için ayrıca değerli.
Gelelim Haffner’in 1-7 Nisan 1933’te Almanya’nın siyasi yapılanmasının kökten değiştirildiği haftanın ardından yargının, ama daha ziyade tekil hukukçuların yaşadığı dönüşüme dair anlattıklarına.
Haffner, yargının devreden çıkarıldığı bir haftanın ardından hukukun yeniden işlemeye başladığını söylüyor. Fakat artık yargıçların dokunulmazlığı kaldırılmış durumdadır. Dikkat edilmesi gereken husus, bu dokunulmazlığın hukuk eliyle kaldırılmış olması: yasa değişikliği ile, yani hukuka aykırı bir durum yok. Dokunulmazlığı kaldırılmış ve iktidar karşısında çok güçsüz konuma gelmiş olan yargıçların yetkileri, ilk bakışta çelişik ama biraz düşünüldüğünde oldukça makul şekilde artırılıyor. Yargıçlar artık Halk-yargıçları yahut Yargıç-krallar’dır. Bu yeni sıfatlar, artık hukuka bağlı kalmak zorunda olmadıklarını söylemektedir esasında. Hatta, Nazi yönetiminin, Führer’in iradesiyle uyumlu olmak kaydıyla, onları bağlayan bir hukuk yoktur. Yetkilerinin genişliği onlara bu imkanı sağlar, güvencesizlikleri ise iktidara yaslanmaya zorlar.
Yahudi yargıçlar henüz tümden yargıdan temizlenmemiştir fakat tenzilirütbeye uğramış, ya küçük mahkemelere yahut önemsiz idari birimlere tayin edilmişlerdir. Eski yargıçlar yerinde durmaktadır, gönderilen Yahudilerin yerine ise genç, sarışın yargıçlar gelmiştir; sulh mahkemesinden yüksek mahkemeye terfi etmiştir bu gençler. Eski yargıçlar ne Nazi üyesidirler ne de bu yeniler gibi her fırsatta “Heil Hitler!” diye bağırmaktadırlar. Fakat eskilerin yenileri kızdırma, tersleme gibi bir lüksleri de yoktur, çünkü bu yargıçlar “teşkilattan”dır.
Genç yargıcın özgüveni yüksektir. Yadırgatıcı, tuhaf hukuki fikirlerini kıdemli yüksek yargıçlara tebliğ etmekten hiç geri durmaz. Stajyer yargıçlar bile şaşkınlıkla izler bu bilgece fikirleri. Yüksek bir yargıç, olsa olsa, olabildiğince nezaketini koruyarak kanunlara atıf yapar. Genç yargıç ilk başlarda fikrini hafif bir mahcubiyetle değiştirecek ama yeri geldi mi yargıçlara kanunların lafzına takılıp kaldıklarını, asıl bakılması gerekenin kanunların ruhu olduğunu söyleyecektir. Saçma sapan bir yorumun kanunların ruhuyla gerekçelendirilmesi karşısında kıdemli yargıçlar ise kendi kendini yiyecek fakat çok da ses edemeyeceklerdir. Çünkü o kanunların ruhu denen saçma sapan yorumun arkasında “devlet gücü vardı, milli siyaset açısından yeterince güvenilir olmamakla itham edilip işini kaybetme tehdidi vardı, ekmeksiz kalmak vardı, toplama kampı vardı..” (s. 171) Ben bu cümleyi, gayrıihtiyarı "Silivri soğuktur şimdi" diyerek tamamladım okurken.
Zamanında yargıçlarına güvenilen Berlin’de, artık “atak ve hukuk bilgisi kifayetsiz birkaç genç” yargıç vardır ve Nazilerin bütün yargıyı ele geçirmesi için bu bile yeterli olmuştur. (s. 172) Gün geçtikçe başta Nazi olmayan yargıç adaylarının da kendilerine güveni gelmiş, hızlı yükselmenin yolları apaçık ortaya çıkmış, upuzun bir kariyerdense kısa yoldan bakanlığa kapağı atmak mümkün hâle gelmiştir. Peki ya Weimar Cumhuriyeti’ni savunmaya devam edenler? Nazi kadrolarına dahil olmamışlardır ama Faşistler korkunç ve gaddar insanlardır; açıktan muhalefet etmek sadece kendi mezarını kazmak olur, köprüyü geçene kadar ayıya dayı denmelidir. Haffner Alman bürokrasisini veya üniversitelerini anlatmıyor, ama biliyoruz, kifayetsizlerin işgal birlikleri misali makamlara oturuvermesi süreci çok da değişkenlik göstermeyecektir.
Haffner’in tasvirine fazlaca müdahale ettiğimi itiraf etmeliyim. Ne var ki tanıklıklarınız okuduğunuz anlatının ana hatlarına beklemediğiniz ölçüde uyunca, ayrıntıların ne olduğunun çok da önemi kalmıyor. Ama tavsiyem, Haffner’in tasviri için kitabın kendisine müracaat etmeniz. Kitapta derin tahliller, büyük fikirler bulmayacaksınız fakat 1939 gibi erken bir tarihte, sıradan bir Alman’ın Almanya’nın gidişatını pekala fark edebildiğini göreceksiniz. Bu arada, Haffner’in bir başka kitabının, Hitler Üzerine Notlar’ın da kısa süre önce yayımlandığını söylemiş olayım.
Eskişehir'de mukim, hukukçu, felsefeyle iştigal eden, edebiyat seven bir akademisyen eskisiyim.