12 Öfkeli Oyunu Üzerine

Anasayfa -> Blog / Hukuk Felsefesi > 12 Öfkeli Oyunu Üzerine
Yorum Yapılmadı

Fotoğraf: Sinan Çalış

Devleti ve dolayısıyla hukuku pozitif düşüncelerle anlatmaya meyyalizdir. Devlet/hukuk anadır mesela, yahut babadır. Kaosun korkutuculuğundan kurtaran düzendir. Güçsüzün elinden tutar, zalime haddini bildirir. Adalet onsuz olmaz, hatta varlık amacı bizatihi adaletin gerçekleşmesidir. Ne var ki bütün bunlar devleti tasvir etmekten ziyade, arzu edilen devleti anlatır. Biraz gerçekliğe bakar, biraz devletin üzerindeki cilayı kazırsanız, altından kolektif cinnetin eşlik ettiği rahatsız edici, korkutucu, dizginlenmesi zor bir güçle karşılaşırsınız.

Bu gücün en çok tehdit ettiği zayıflardır: ötekiler, azınlıklar, güçsüzler. Irkı nedeniyle aşağılananlar, yoksulluğu nedeniyle yok sayılanlar, düşünceleri yüzünden horlanan, inançları nedeniyle dışlananlar. Tekil önyargıları kolektifleştirmek suretiyle muteber kılan toplumun hıncı, öfkesi ve şımarıklığı iktidara yön veren insanlara değil sadece, bir kurum olarak devlet ve hukuka da sirayet eder. Anne şefkat retoriğiyle parlatılmış iktidar mekanizmasının iki yüzlülüğünü kimi zaman düşünürler, kimi zaman sanatçılar ifşa eder.

12 Öfkeli Adam (12 Angry Men) sadece Amerikan kültürüne değil, Batıyla entelektüel ilişki kurmuş her toplulukta kendine yer etmiş çok etkileyici bir filmdir. Zengin büyük şehrin kenar mahallesinde yaşayan doğuştan suçlu kabul edilmiş bir azınlık mensubu genç babasını öldürmekle suçlanmaktadır. Duruşmalar yapılıp bitmiş, iş artık jürinin kararına kalmıştır. Tek bir odada, on iki jüri üyesi erkeğin sanığın suçlu olup olmadığına karar verme sürecini konu edinir film. Eğer delillerden, tanıklardan, iddialardan şüphe duymayan tek bir jüri üyesi olmasa daha ilk başta çabucak mahkûmiyet, dolayısıyla da idam yönünde karar verecek olan heyetin esasında hakikatle bir ilişkisinin olmadığını görürüz film boyunca.

Hakikatin savunulması tek başına etkileyicidir. Hakikatin cesaretle savunulması daha da etkileyicidir. Hakikatin hiçbir karşılık beklemeksizin, sırf hakikat uğruna üstelik çoğunluğa karşı savunulması çok ama çok etkileyicidir. Hele de hakikat savunusunun başarılı olduğunu görmek, yalanlarla, önyargılarla, kayıtsızlıkla ve menfaat kaygısıyla suçlanan, cezalandırılan insanların ve grupların varlığı sürekli aklımızdayken harekete geçirme, umut verme potansiyeline sahiptir.

12 Öfkeli Adam’ı defalarca seyrettim. Hukuk fakültesinde kimi zaman Hukuk Başlangıcı kimi zaman Hukuk Felsefesi derslerinde öğrencilerime de defalarca seyrettirdim. Filmden etkilenmediğini söyleyen hiç kimseyi hatırlamıyorum. Bilakis, muhtemelen benim görüp hissettiklerimi görüp hisseden pek çok kişiyle film hakkında konuşma imkânım oldu.

Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Sui Generis Tiyatro Topluluğu bu yıl 12 Öfkeli Adam’dan uyarlanan 12 Öfkeli oyununu topluluğun onuncu yılı kapsamında sahneliyor. 10 yıl önceki ilk oyunları olan Ceza Kanunu’nun sahnelenmesinde küçük de olsa katkısı olan birisi olarak duyduğum gurur ile oyunun konusunu çok sevmem bir kenara, 9 Nisan gecesi muhteşem bir oyun izledim.

İşin doğrusu, hikâyeyi çok iyi bildiğim ve zaten tiyatral bir havaya sahip filmin uyarlamasını bir de sahnede göreceğim için çok büyük bir beklentiyle gitmedim. Hikâyeyi yeniden güzel bir şekilde görmekten başka pek bir şey ummuyordum. Ama özellikle yönetmen Hakkı Kuş’un çok kritik müdahaleleri sayesinde yeni bir hikâye vardı sahnede.

Fotoğraf: Sinan Çalış

Konunun Amerikan kültüründe çok etkili olmasının nedenlerinden biri, jürili yargılama sistemine getirmiş olduğu eleştiridir. Jürili yargılama yapan sistemlerde jüri mahkemelerin kararları için bir meşruiyet kaynağıdır. Rastgele seçilmiş on iki ortalama dürüst vatandaşın delilleri gördükten, tanıklar ile iddia ve savunma makamlarının iddialarını dinledikten sonra varacağı kanaat, tek başına bir yargıcın vereceği karardan çok daha meşru kabul edilir. Bu anlamda iktidar yargı faaliyetinin sorumluluğunu toplumla paylaşır hatta belki de sorumluluğu topluma atarak kendini daha ilk baştan aklamış olur.

Ne var ki 12 Öfkeli Adam, jüri üyelerinin de birer insan olduğunu, dolayısıyla beşerî kusurlarıyla karar verdiğini, jürinin verdiği kararın hiç de hakkaniyetli ve rasyonel bir tartışmaya dayanmadığını çarpıcı bir şekilde ortaya koyar. 12 Öfkeli’de ise jüri üyelerinin bu “insani” yönü sadece sözlerle ve ifade edilen düşüncelerle değil başka araçlarla da çok zekice yansıtılmış. Ara ara değişen ışık ve müzikle birlikte bütün jüri üyelerinin mekanik hareketlerde bulunması, bu “beşerî” ortaklığı, her jüri üyesinin eşit ölçüde insan olduğunu, kendi iradelerinin dışında tabi oldukları bir doğaları olduğunu unutturmuyor seyirciye. Sanki rasyonel varlıklarmış gibi tartışan insanlar bir anda senkronik ve mekanik şekilde terlerini siliyor, önlerindeki yemeklere uzanıyor, çakan şimşekten korkuyor…

Bir başka etkileyici nokta, on iki jüri üyesinin, sanığın suçluluğu hakkında şüphe duyan ilki dışında hepsinin yüzlerinin beyaza boyanmış olması. Hikâye ilerledikçe, heyetten on bir kişinin jüri odasına ayak basarken gelişigüzel bir muhakeme ile kararını verdiğini anlıyoruz. Bu on bir kişinin hem yüzleri beyaza boyalı hem de hepsi beyaz elbiseler giyinmiş. Sadece meseleyi ciddiye alan, delilleri kafasında enine boyuna tartmış jüri üyesi diğerlerinden farklı. Diğerlerini beyazlıkta, belki esasında renksizlikte birleştiren, verdikleri karara akıllarını katmamış olmaları. Tartışmalar yaşandıkça yüzlerdeki boya silindiğinde, sıradanlıktan kurtulan jüri üyelerinin de herhangi bir insan değil de, bizzat kendileri olarak ortaya çıktığını görüyoruz. Sıradanlığa, gelişigüzelliğe, öylesineliğe karşı gelen jüri üyeleri ancak bu şekilde şahsiyet sahibi olabiliyor. Ve elbiselerinin tekdüze beyazlığı bize, biz de dahil herkesin o konuma girebileceğini söylüyor. İzlediğiniz hikâye orada yaratılan karakterlerin değil, potansiyel ırkçı, potansiyel kayıtsız, potansiyel vurdumduymaz, potansiyel orta yolcu olan bizlerin hikayesi.

Fotoğraf: Sinan Çalış

Sinema filminde sanığı çok az görürüz. İzlediğim oyunda, hakkında idama götürebilecek kararın verileceği sanık hep biraz gözümüzün önünde, ama hep biraz da gözümüzden uzak. Zaman zaman ışık oyunlarıyla varlığından daha belirgin şekilde haberdar oluyoruz. Sanığın bu belirsiz varoluşu, yargılama makamlarına çok şey söylüyor.

Kısaca oyunculuk için de bir şey söylemeliyim: Oyunun asıl yükünü sırtlamış olan dört karakterin canlandıran oyuncular amatör bir tiyatro grubundan beklenmeyecek bir performans sergiledi. Ki bu da, Sui Generis’in yıllardır neden ödüllere doymadığını açıklıyor. Gerilimin arttığı, çatışmanın zirveye çıktığı noktalarda oyuncular tam da kendilerinden beklenen güçle rollerini oynadı, nitekim seyirci de bu noktalarda olumlu kanaatini alkışlarıyla ortaya koydu.

Oyun bittiğinde sırf hakikat ve adalet uğruna hiçbir menfaati olmaksızın bulunduğu pozisyonun hakkını vererek cesaretle çoğunluğa karşı duran ve yaptıklarının karşılığını muhataplarını ikna ederek alan bir insanın gururunu paylaşıyordum. Seyircinin özensiz bir yargılamayla idam edilmekten kurtulan genç için duyduğu mutluluğu, ben de duydum. Bu güzel oyun için bir kısmı dostum, bir kısmı öğrencim olan ekibin tamamının ismini zikretmem gerekiyor:

 

12 Öfkeli

Yazar: Reginald Rose

Çeviren: Necati Şahin

Yönetmen: Hakkı Kuş

Yönetmen Yard.: Anıl Yüksel - Alperen Karakuş

Hareket Düzeni: Hüseyin Akçar

Işık Tasarım: Kutan Gökkaya

Ses Tasarım: Eren Coşan

Dekor Uygulama: Ahmet Ertap

Kostüm Uygulama: Celil Yılma

Ses Uygulama: Göksel Ayrak

Işık Kumanda: Emre Kaan Kocaman

Oyuncular: Bartu Şenyaşar, Hüseyin Akçar, Biray Hepşen, Berfin Şamat, İrem Demirok, Gamze Baldır, Alperen Karakuş, Anıl Yüksel, Tuna Can Ünver, Oğuzhan Bilgiç, Mert Dursun, Berker Sezer, Kadir Pehlivan, Metin Korkmaz, Furkan Öztürk, Çağdaş Doğan, Serhat Çınar, Mehmet Çiçek, Hüseyin Elmas, Fatih Yılmaz, İpek Kula, Miray Canbazoğlu, Merve Öztuna, Hande Rasimoğlu, Mustafa Çetinçakmak

 

Yorum Yapılmadı
Yorumlar
Yorum Yap

Kategorideki Diğer Yazılar