Başlığı okuyup “O da soru mu?” demiş olma ihtimaliniz yüksek. Ama kötü bir haberim var: Hukukçular etik bilgisine ihtiyaçları yokmuş gibi yapıyor, bundan gocunmuyor çünkü muhtemelen büyük kısmı böyle bir bilgiden haberdar bile değil.
Başlığı okuyanların bir kısmı, gizli bir “Elbette.” cevabı içeren “O da soru mu?” tepkisini, belki de başka bir gizli cevapla sormuşlardır: “Sadece hukukçuların mı ihtiyacı var?”
Eğer bir aydınlanma idealiniz varsa, bilimin ve akılcılığın yanına ahlaki muhakeme/akıl yürütme, ahlak felsefesi veya etik bilgisini de eklemek durumundasınız. Hâl böyle olunca, zorunlu eğitimin bir parçası değerler eğitiminden ziyade ahlaki akıl yürütme becerisinin aktarımı olacaktır. Değerler eğitimi seçilmiş belli değerlerin dikte edilmesi iken, ahlaki akıl yürütme becerisi kişinin kendisini otonom rasyonel birey olarak görerek ahlaki yargılarını bizzat kendisinin oluşturması anlamına gelir. Elbette daha mutsuz insanlar yaratır, zira ahlaki sorumluluk ziyadesiyle ağırdır fakat kendini ahlaki otorite olarak sunan şarlatanlardan ancak bu şekilde kurtulabilirsiniz.
Öyleyse mesele sadece hukukçularla ilgili değil. Yahut mesele hukukçuların hukukçu olmalarıyla değil aydınlanma idealine sahip bir kurumun, bir eğitim/öğretim kurumunun, hele de üniversitenin parçası olmalarıyla ilgili. Ben yine de hukukçular için konuşmaya devam edeceğim, fakat öncesinde, yakın zamandaki bir tanıklığımı aktarmak istiyorum.
Birkaç hafta önce yılda bir veya iki defa bayram vesilesiyle karşılaştığım ellili yaşlarda bir mühendisle sohbet ediyorduk. Daha önceki havadan sudan sohbetlere ulaştıracakmış gibi görünen sıradan bir girizgahın ardından mesele birdenbire “eleştirel düşünme”ye geldi. Mühendis tanıdığım büyük bir hevesle okuduğu onlarca eleştirel düşünme kitabından bahsetti. Okudukça ilgisi genişlemiş, felsefeye, bilim felsefesine, oradan da ahlak felsefesine ulaşmıştı. Ne lisansta ne de yurtdışındaki lisansüstü eğitimi sırasında bu konulardan haberdar edilmediğinden dert yandı. Kısa sürede dünyaya, olaylara, inançlarına karşı geliştirdiği tutumlarının değiştiğini, kemikleşmiş kanaatlerini sorgulamaya başladığını, ama en çok da, artık çok daha fazla merak ettiğini söyledi. Meselenin sadece kişisel olmadığını, mesleğini, evet mühendisliği icra etmenin de bu yeni öğrendiği konularla yakından ilişkili olduğunu görmüştü. Görev yaptığı bölümde en azından seçimlik yeni dersler açmanın planlarını yapıyordu. Kitap isimleri alışverişinde bulunduk, bu konudaki irtibatı kesmeme sözü verdik vs.
Mühendis dostumu abıhayat niyetiyle keşfettiği deniz suyunun doyulmazlığıyla baş başa bırakıp hukukçularla devam edelim.
Her birey için önemli olan etik bilgisi, hukukçular için ayrı bir anlamı haizdir. Zira hukukçuluğun hangi türünü meslek olarak icra ederseniz edin, kendinizi o kutsal, yüce “adalet” kavramıyla yakından ilişkili bulursunuz. Hukuk adına söylediğiniz her şey öyle ya da böyle ahlakla bağlantılıdır. (Hayır, doğal hukukçu değilim. Hukuk ahlaktır, şu veya bu ahlaka uygun olmalıdır, demiyorum.)
Adaletle devam edelim. Sayısı toplamda birkaç bini bulmuş hukuk fakültesi mezunu, hakim-savcı veya avukat stajyeri ile karşılaşma imkanım oldu. Hiç şüphesiz hukukun adaleti tecelli ettirmesini, yargı kararlarının adil olmasını istiyorlardı. Hele de hakim adayları! Adalet bayrağının taşıyıcısı olma gururunu henüz kürsüye oturmadan hissediyorlardı. Salondaki hakim/savcı/avukat adaylarına her fırsatta sordum: “Adalet hakkında hangi kitabı okudunuz? Adalet ahlaki bir kavram olduğuna göre, ahlak felsefesi hakkında okuduğunuz kitapları da sayabilirsiniz.” Soruma aldığım cevaplar neredeyse hiç değişmedi: Birkaç yüz kişilik topluluklarda kalkan birkaç elin sahibinin söylediği en fazla bir, bilemediniz iki kitap.
Şu soruyu muhataplarıma da sordum: Adaletin tecellisini mesleğinin asli unsuru yahut hedefi olarak gören hukukçular, adaletin, ahlakın, ahlaki yargının, eğitin, değerin ne olduğundan nasıl bu kadar uzak tutabilir kendini? Hedefinin bilgisine bigâne kalmak nasıl mümkün olabilir? Hayatında adalete, etiğe özgülenmiş müstakil tek bir kitap dahi okumamış bir hukukçu, daha ilk başta kendine karşı adaletsizlik etmiş olmaz mı?
Hukukçuların etikten bu kadar uzak olmasının tahammül edilemez bir kusur olduğunu fark etmem, hasbelkader hukuk felsefesi alanında akademisyen olarak çalışmaya başlamamla mümkün oldu. Belki bu alanda uzmanlaşmak istemesem, ben de yıllarca pek çok meslektaşım gibi ahlaki akıl yürütmeyi ciddiye almayacak, pek çok tartışmadan habersiz kalacaktım. Tıpkı yukarıda bahsettiğim mühendis dostum gibi, ben de, biraz da tesadüflerle etiğe ilişkin metinler okumuş, ahlak felsefesinin büyük sorunlarıyla karşılaşmış, bu sorunları öncelikle kendimle ilişkilendirmiş, sonrasında bu sorunların hem kişisel hem de mesleki açıdan hukukçuların hepsinin sorunu olduğunu görmüştüm. Akademinin bir parçası olarak üzerime düşen önemli görev, verdiğim derslerle ilişkisi çerçevesinde etiğe özel bir alan açmak, öğrencilerimi bu konuda derinlikli ve müstakil eserler okumaya, mümkünse sınıf-içi tartışmalara katılmaya teşvik olabilirdi. Bilfiil ders verdiğim dönemde aklımın erdiğince etiğe giriş mahiyetinde kitaplar okumalarını teşvik ettim, daha açık söylemek gerekirse, bu kitapları sınav sorumluluk alanına dahil ederek onları okumaya ve tartışmaya zorladım. Ne mutlu bana ki, yıllar önce derslerde o kitapları okumuş öğrencilerimle karşılaştığımda, hâlâ akıllarında en çok kalan konuların etikle ilgili tartışmalar olduğunu söylüyorlar; hiç azımsanmayacak sayıda olanı ise, bazı kitapların hayata bakışlarını değiştirdiğini söylüyor.
Hayatlarında hiç adalet tartışması yapmamış ama mesleğinin kurucu unsurunu adalette gören arkadaşlara dönecek olursak: Ahlak, ahlaki yargılar, değerler ve ahlaki akıl yürütme hakkındaki malumat, bilgi, kanaat ve inançlarını ilkeli ve belli bir gerekçeye bağlı değiştirmiş olma ihtimalleri olmadığına göre, muhtemelen, on sekiz yaşında hukuk fakültesine nasıl girmişlerse, yirmi iki-yirmi üç yaşında aynı şekilde mezun oldular. Bunu herkesten ve her şeyden önce kendimden biliyorum. Elbette insan her deneyimle, her etkileşimle şekilleniyor ve değişiyor fakat bu değişimler tesadüfi, gerekçesiz ve hatta güvencesiz. Bazı olaylar sonrasında veya kişisel tefekkürün ardından artık “başka bir ahlaka” sahip olabilirsiniz fakat bu başka bir “ahlak düşüncesi” değildir. Dün olduğu gibi bugün de neyi niye yaptığınızı, neye niye değer verdiğinizi pek bilmiyorsunuzdur, yarın ne yapacağınızı, neye değer vereceğinizi ise kestirmek mümkün olmaz. Burada “yarın”ı kelime anlamıyla kullanıyorum çünkü gerekçelendirilmemiş, temellendirilmemiş, ilkeye bağlanmamış bir ahlaki yargı, günden güne, olaydan olaya değişkenlik göstermeye meyyaldir. Ahlak ise, eğer bir şeyse, her şeyden önce, tutarlılık ve ilkeliliktir.
Üniversite eğitimi alacaksınız, sizi üniversite eğitimi almanız için kurumlar kurulacak, hem kamu hem de aileniz onca masraf yapacak veya bizzat kendiniz o kadar yıl çalışarak masraflarınızı karşılayacaksınız, ama ahlak hakkındaki yargılarınız kulaktan dolma, ilkesiz, oynak, belirsiz olacak, üstelik okuduğunuz fakülteden mezun olduğunuzda sürekli büyük ahlaki meselelerle ilgili söz söylemeniz, eylemde bulunmanız gerekecek. Benim için tahayyülü çok zor.
“Benim için” diyerek kişisel bir kayıt koydum; yazının başında değindiğim bir hususa bağlamak için bilhassa yaptım bunu. Sahip olmadıklarımızın değerini, ancak ona dair bir fikrimiz varsa takdir edebiliriz. “Adaleti hedef almış bir mesleki kariyerde adaletle ilgili hiçbir tartışma yapmamış olmak”, bence, oldukça çarpıcı. Fakat hâlâ etikten haberdar olmayanlar için bir ölçüde boş. Bu tespitin hakikaten ne anlama geldiğini görebilmek için biraz etikle hemhal olmak gerekiyor. Sonrasında bütün etik kitaplarını yakmak gerektiğine kanaat getirseniz bile, ulaştığınız yer, işe başladığınız yerden oldukça uzak olacak. Dolayısıyla, bu yazı, ancak bir miktar etikle ilgilenirseniz anlamlı hâle gelebilir.
Yukarıda dile getirdiklerimi, fırsat oldukça hukukçularla paylaşmaya çalışıyorum. Nihayetinde elbette o kaçınılmaz sorunun muhatabı oluyorum: “Ne okuyalım?” Yıllarca derslerde zorunlu etiğe giriş metinleri okutmuş birisi olarak bu soruya cevap vermekten kaçmam mümkün değil, üstelik aynı minvaldeki kayda değer sayıda kitabı merakla okumuşken. Türkçede, okuduklarım arasında en beğendiğim birkaç kitabın ismini yazacağım. Muhtemel bir polemiğe girmemek için, okuyup da hiç beğenmediklerimden bahsetmeyeceğim. Bunun yanında, nitelikli olanlardan görmediklerim varsa, elbette benim kusurumdur. Ha, bu kitaplardan sonra, zaten (ya da umarım) o kitaplarda gördüğünüz sorunlar kafanızı karıştıracak, atıf yapılan filozof veya kitaplara başvurmak isteyeceksiniz. Burada sadece “giriş” mahiyetinde önerilerde bulunacağım
Kitap Önerileri:
Felsefeden çok korkuyor ve bu tarz kitapları kesinlikle okuyamayacağınızı düşünüyorsanız, şu kitapla başlayın (ama ne olur etik araştırmasını bu kitapta bırakmayın, devam edin):
Brian Boone, Etik 101, Say.
Hukuk başlangıcı derslerinde mutlaka okuttuğum kitap şudur:
Michael Sandel, Adalet, Felix.
Hukuk felsefesi derslerinde okuttuğum kitap ise Felsefeyi Yaşamak. Birkaç kez okudum kitabı. En az bir kez daha okumak istiyorum.
Ray Billington, Felsefeyi Yaşamak, Ayrıntı.
Şu kitap, benim ilk okuduğum kitaplardandı. Daha sonra bir kez daha okudum. Çok yararlandığımı söylemeliyim.
Annemarie Pieper, Etiğe Giriş, Ayrıntı.
Şu kitabı, bir giriş yani bir tür ders kitabı niyetiyle okumaya başlamıştım. Değilmiş. Fakat çok şey öğrendim.
William Frankena, Etik, İmge.
Şu kitabı ise, biraz daha ayrıntılı ve derin bir tartışma yapacak iseniz tavsiye edebilirim:
Fred Feldman, Etik Nedir?, Boğaziçi Üniversitesi.
Şu kitap da bonus niyetine gelsin. Çünkü okumadım ama okumayı çok istiyorum:
Peter Singer, Pratik Etik, İthaki.
Dediğim gibi, bunlar sadece başlangıç düzeyindeki kitaplar. Bunlarda göreceğiniz sorunları ele alan veya önemli filozofların kaleme aldığı daha pek çok kitap sizi bekliyor olacak. İyi okumalar.
Eskişehir'de mukim, hukukçu, felsefeyle iştigal eden, edebiyat seven bir akademisyen eskisiyim.